Önce BİR vardı. Tek başınaydı. Yalnızdı ama güvendeydi. Gün geldi İKİ oldu. Yalnızlığı son buldu. ÜÇ, DÖRT… derken TOPLULUK oldu. Ak dediğine kara diyen oldu, kafasına vuruldu veya o vurdu. O zaman biri çıktı, ben icabına bakarım dedi. Düzen ve emniyet tesis etti, karşılığında topluluğu haraca bağladı. Kurallar koydu, şiddet uyguladı. Ama şiddeti meşruydu, çünkü karşılığında can güvenliği veriyordu. Budur arkadaşlar, devlet dediğimiz mafyadan devşirme oluşumun özü budur. Zamanla buna haraç keseni kısıtlayan yapı ve kanunlar eklenmiştir. Haraç kesenin nasıl ve ne sıklıkta değişeceğine yönelik envai tür rejim ortaya atılmıştır. Ama özü, işte bu basit anlaşmadır. Devlet, şiddetin örgütlü ve biricik yasal, meşru kullanıcısıdır, çünkü bu hakkı toplumdan alır. İşin çoğunlukla veya azınlıkla ilgisi yoktur. İşin seçimlerle ilgisi yoktur. Öyle olsa azınlık hükümetlerinin hiçbirinin meşru olmaması lazım. Yani mesele öngörülemez ve riski hesaplanamaz bir toplumsal şiddet ihtimaline karşı öngörülebilir, görece kısıtlı bir şiddeti kabul etmektir. Bu kabul, devleti meşru kılar ve bizi de devlete vatandaşlık bağıyla bağlar.
Peki, devlet vatandaşlarına verdiği sözü tutamazsa, onların güvenliğini sağlayamazsa, hatta bizatihi kendisi öngörülemez ve riski hesaplanamaz, kısıtlara uymaz bir şiddet aygıtına dönüşürse ne olur? Çok basit, meşruiyetini kaybeder. Meşruiyet, bir diktatör veya bir kral için bile çok önemlidir, çünkü Napolyon amcanın da dediği gibi bir mızrağın üzerine oturamazsın kardeş.
Bizim meşru bir devlet çatısı altında yaşayıp yaşamadığımıza dair ciddi kaygılarım var. Hatta daha ötesine gidelim, artık bu devleti oluşturan aynı hedeflere odaklanmış, tam ve bütün bir topluluk var mı ondan da şüpheliyim. Devletin bir görevlisi, yani amacı vergisini aldığı halkı korumak olan bir yapının neferi, güpegündüz, aleni bir vatandaşı tekmeliyor. Ne kadar kışkırtıldığı, ne yapıldığı umurumda değil. Bunları anlatmaya başlayana kulaklarımı tıkar lalalalalalalal diye bağırırım. KIŞKIRMAYACAKSIN. Kışkırırsan, meşru bir devlet sisteminde yargılanır ve cezanı alırsın. Onu geçtim en basitinden kovulman lazım. Ama hepimiz biliyoruz ki, bu olmayacak. Yabancı gazeteler yazmış: soon to be fired bıdı bıdı (yakında kovulacak…). Naif adamlar. Biz orayı çoktan geçtik. Bu adam kovulmayacak, çünkü sadakatini en üst perdeden ispat etti ve sadakat bu devletimsi yapının yeni gibi gözüken eski halinde liyakattan, dürüstlükten, vicdandan, hukuka uygunluktan bin defa daha önemli. Kovulmayacak, hatta taltif edilecek, sırtı sıvazlanacak. Çok gürültü çıkarsa görevi değiştirilir, daha kazançlı olan danışman kadrosuna geçirilir. Kimse de gık diyemez. Çünkü devletin başı da kışkırmış ve bir başka vatandaşa tabiri caizse dalmıştır. Yani devlet, korumakla görevli olduğu vatandaşlarına kısıtlı olmayan, öngörülemez bir şiddeti sadece gösterilerde değil, adam adama olarak da uygulamaktadır. O vatandaşın dava açmayacak olması, bizim açmamamızı gerektirmez. Hukukta yeri var mıdır bilmiyorum ama benim o olaydan ötürü dava açabilmem gerekir. Ben canımı emanet ettiğim devlete artık zerre kadar güvenmiyorum, bu anlaşmanın bir fesih maddesi olması icap etmez mi? Yoksa literatüre bakarsak meşruiyetini kaybetmiş devletlerin fesihleri 1789’da olduğu gibidir genelde.