Tag Archives: demokrasi

Zaman

yolculuğu mümkünmüş. Kendimi 90’lı yılların derin kasvetinde buluyorum sık sık.

unutturmuyormuş herşeyi. Ne kadar zorlasam da beynimi bazı sözler yankılanıp duruyor. Aptal kafam sordukça soruyor: Uludere’de ne oldu? O uçak düştü mü düşürüldü mü? HESler ne olacak? Üçüncü köprü bakıma alınıp tıkandığında camdan gördüğümüz Sarıyer’in sık ormanları mı olacak yoksa yeni bir uydukent mi?

yokmuş aslında. Bunca sevdiğimiz bu topraklar amma kana susamış, içtikçe içiyor mübarek. Hiç ayırdetmiyor, bütün evlatlarını sarmaladıkça sarmalıyor koynunda. Biz aynı anda 1878’i, 1914’ü, 1915’i, 1920’yi, 1937’yi, 1955’i, 1977’yi, 1978’i, 1980’i, 1993’ü, 1999’u, 2012’yi yaşıyoruz.

su gibi akıp gidiyormuş. Olup bitenlere dikkat kesilerek yaşamak imkansızmış. İyisi mi çocuklardan, yemeklerden, lokantalardan bahsedelim. Gülelim eğlenelim. Nasılsa gözyaşlarımızın ırmağında çağlıyor zaman.

Etiketler

Guguk

Yok, bu memleketin değişen gündemine ben ayak uyduramayacağım. Benim kafam asıl meselelerde takılı. 7 ve 5 yaşındaki çocukların bir sınıfta bir ay seminer görmüş öğretmenlerce nasıl idare edileceğini düşünüyorum. Ya da mahkeme kararlarına rağmen devam eden hatta tamamlanan hesssleri ve kentsel döndürmeleri düşünüyorum (izlemediyseniz farklı kentsel dönüşüm uygulamalarıyla ilgili cenenetürk belgeseline bir göz atın). 34 kişinin kafasına bomba yağdıran asker veya sivil sorumluların hala neden ortaya çıkmadığını düşünüyorum. Bunları ve benzerlerini unutup yeni gündeme zıplayayım diyorum. Olmuyor. Bunlar kurt gibi beynimi kemiriyor. Halbuki yeni gündemin amacı tam da bu değil mi? Kurtları def etmek.

Videosunu izlemedim ama malum ”sen benim kim olduğumu biliyor musun?” mevzusu var gündemde. İktidar partisinin milletvekilinin oğlu sıraya dizmiş polisleri. Budur, bu kadar. Ne var büyütülecek, gündem yapılacak anlamıyorum. Yeni birşey mi? Bu memlekette iktidar kimse, o iktidarın kimliğini taşıyanın borusu ötmedi mi her zaman? Sen benim kim olduğumu biliyor musun sorusuna diklenen polislerin, hakimlerin sürüldüğü haberleriyle büyümedik mi? Yoksa bunların Olaca.k O ka.dar parodileriyle de mi büyümedik? Şmdi herkes valinin ve emniyet müdürünün üzerine çullanıyor. E iyi de video görüntüleri olmasaydı ve diklenseydiler bu adamlar başlarına kim bilir neler gelecekti? En iyi ihtimalle sürgün, en kötü ihtimalle bir grupla özdeşleştirilip itibarsızlaştırılma. Yani iş üzerinde yakalandılar da ondan kıyamet kopuyor. Siz bu insanlara iktidarda kim olursa olsun sırtlarını dayıyabilecekleri bir hukuk devleti verebiliyor musunuz? Sen benim kim olduğumu biliyor musun diyen adama ”kim olursan ol, benim arkamda kanun var, yürrüüü” dedirtebiliyor musunuz? Efenim, bu kraldan çok kralcılar iktidar partisine zarar veriyorlarmış. Eminim, partinin ileri gelenleri tiksinmişlerdir o görüntülerden. İnsan olan tiksinir zaten. Eminim, hemen o müdür ve valinin ipi çekilecektir. Eminim hak yerini bulacaktır. Ama hak kişisel birşey midir? Herkese, her kraldan çok kralcıya yetişebilir misiniz iktidar partisinin vicdanlı üyeleri? Yüzlerce milletvekili, onların binlerce akrabası, hısmı, binlerce ilçe teşkilatı, o teşkilatlarda birilerinin üzerinde iktidardan yansıyan gücümü kullanayım diye bekleyen adam var. Hepsini teker teker denetleyebilir misiniz? Hepsine hak ettiğini verebilir misiniz? Hukuk kişisel değildir. Zulme uğrayanların sırtlarını yaslayabilecekleri yeterince genel yasalar yaparsınız ve bu yasaların uygulayıcılarına da kimseye eyvallahları olmayacak bir sistem kurarsınız. Buna hukukun üstünlüğü denir. Ondan sonra arada teklese de kimsenin peşinde koşmanız gerekmez. Kimseye partinizin imajını kurtarmak için kişisel müdahale etmeniz gerekmez. Pısssssst. Yayınımıza burada ara veriyoruz. Orta-vadeli bellekten şimdi aldığımız bir habere göre yakın zamanda iktidar partisi ve mehepe hukuka kişilere özgü eklemeler yaparak bazı katillerin salıverilmesini sağlamıştır. Sözlerimizi geri alıyoruz. Hukuk değil guguk guguk.

Etiketler

Sopa

Kendimi şöyle bir sayfada buldum. Bir Türk şirketi beyzbol sopası üretmiş, epey de satılıyor anladığım kadarıyla. 71 cm boyunda ve 2 yıl garantiliymiş. Yorumlarda boyasız ve cilasız olması sebebiyle istediğiniz renge boyayabildiğiniz söyleniyor. Bu, bu, nedir bu? Cidden üniversitelerimizde beyzbol aşkı almış yürümüş diye düşünmek istiyorum. Hüsn-ü zan yapmak istiyorum. Ama adamlar arabaya alacaksanız 61 cmliğini alın demişler. Oy oy oy. Yani o makas atan, sizi trafikte sıkıştıran tipler arabalarından fıstıki yeşile boyanmış 61 veya 71 cmlik birer beyzbol sopasıyla inebilirler. Aklınızda olsun kornaya basarken. Üretici firmaya tavsiyem bunun çivili modellerini de çıkarsınlar. Taş devri modası, adama topa iyi geçirirler.

Etiketler

Kürtaj

Çok açık ve net ifade edeyim… Öyle başlanıyor cümlelere. Herkes açık ve net çünkü. Oysa bazı konular var ki, açık ve net olmak çok zor. Ben yine de çabalayayım.

Ben kişisel olarak kürtajı benimsemiyorum. Çocuk sahibi olduktan sonra bu hislerim daha da kuvvetlendi. Ancak kürtajın yasaklanmasına da karşıyım. Neden? Çünkü kürtaj denen işlem en katı yasaklar altında bile bir şekilde uygulanır. Çocuk doğurmak kadının bedenine öyle sahip olan, hayatını öyle değiştiren birşeydir ki buna hazır olmayan kadın bir yolunu bulur. İstediğiniz kadar yasaklayın, kadınlar damdan atlar, elbise askısıyla bedenlerini delerler, o çocuğu doğurmamak için ölümü göze alırlar. Bu reddetme duygusunu anlayamayız. Yaşamadan çok açık ve net bilinemeyecek birşeydir bu. Bilmemenin ağırbaşlılığıyla konusu açıldığında susulması gereken bir seçimdir. Ben hep Allah böyle bir seçimle bizi sınamasın diye dua ederim. Yani kürtaj yasağına karşı olmamın ilk nedeni böyle bir yasağın bebek ve anne ölümlerini, sağlıksız şartlarda kürtaj yapıp para kazananları arttıracağıdır.

İkinci neden, devlet-birey ilişkisindeki yeridir. Liberal olduğunu iddia eden bir insan, devletin kadın bedenine müdahalesini açıklayamaz. Düşünün ki, devlet size istemediğiniz bir bebeği 9 ay taşımanız gerektiğini söylüyor, bedeniniz genişliyor, hemoroidiniz oluyor, süt vermek istemiyorsunuz ama memeleriniz şişiyor, bedeniniz kesiliyor, biçiliyor, yırtılıyor, doğuruyorsunuz. İçinizde o annenin zamanla bebeğini seveceğini düşünenler olabilir. Ama tüm bu saydıklarım ve gebelikten sonra gelen süreç bebeğini isteyerek üreten insanlar için bile çok zordur. Bir de devlet tarafından hamile bedenine hapsedilen bireyi düşünün. O bebekler sevilecekler mi? Yoksa devlete duyulan öfkenin hırsı onlardan mı alınacak?

Başbakan çıkıp konuşma yapınca bu, onun sadece fikrini açıklaması olarak kalmıyor ne yazık ki. İlla hemen o fikir üzerine alelacele bir yasa yazılıyor ve anayasayı tartışmamız gereken bir dönemde yine alelacele geçiriliyor. Bakınız eğitim sistemi. Şimdi bir yasa hazırlanıyormuş. Kürtaj süresi 10 haftadan 4 haftaya indirilecekmiş. Bu, fiilen kürtajı yasaklamaktır. Çünkü gebelik adetle başlanarak hesap edilir. Yani ilk iki haftada gebelik zaten yoktur. İkinci haftada anne yumurtlar, döllenme olur, hücre topunun rahme yerleşmesi üçüncü haftada olur. Anne adayı dördüncü haftada adeti geciktiğinde hamile olduğundan şüphelenir. Teoride… Çünkü çoğu kadının döngüsü değişir, genleşir. Gebelik beklemeyen bir kadın adet tarihini takip etmeyebilir. Kısacası kadın hamile olduğunu anladığında yasal kürtaj süresi çoktan dolmuş olacaktır.

Tabii ki kürtaj bir doğum kontrol yöntemi olmamalıdır. Ama demokratik bir ülkede yaşıyorsak tartışmamız gereken kürtaj yasapı değil, başka mevzular. Mesela muhafazakarlar diyebilirler ki, arkadaş ben vergimin bu işte kullanılmasını istemiyorum. Bunu tartışabiliriz. Ya da kürtajı azaltmak için uygulanacak politikalar tartışılabilir. Doğum kontrol yöntemlerinin halka anlatılması, istemeden hamile kalan kadınlara verilecek psikolojik destek, iş kurmalarını veya okumalarını sağlayacak programlar… Kürtaj yapmak istemeyen doktorların hakları… Bunların hepsi üzerine toplumsal tartışmaların yapılabileceği konulardır. Ama gerek yok sanırım. Kürtajı fiilen yasaklarız, doktor muayenehanelerde gizlice yapmaya devam ederler, birkaç yüz kadın kanamadan ölür, mecburi hamilelikler sonucu doğan çocuklar sevilmeden büyütülür, vatana millete hayırlı olurlar, amcaoğlunun hamile bıraktığı kızları aile meclisi vurur. Bitti gitti.

Çok çarpıcı bir Freakonomics makalesi vardı. Buna göre kürtaj yasağının kalkması ve Amerika’da suç oranının azalması arasında sıkı bir pozitif korelasyon varmış. Yazarlar, kürtaj yasağının kalkmasıyla yaklaşık 20,000 istenmeyen gebeliğin sonlandırıldığını, bu gebeliklerden doğup sapık, manyak, çete olacak adamların elendiğini iddia ediyorlardı. Çok eleştirildi bu fikir. Mide bulandırıcı olduğu da inkar edilemez. Ama insanın beyninde bir soru işareti de yaratıyor. Çok açık ve net…

Ek: Bugün Sağlık Bakanı açıklama yapmış, tecavüz sonucu oluşacak gebeliklerden doğacak çocuklara devlet bakar demiş. İyi, çok güzel, devletin karnı şişsin o zaman her gün o tecavüzü hatırlatırcasına, devlet duysun tekmeleri, devlet yaşasın ikilemleri, devlet ağlasın gözleri morarana kadar, devlet yaftalansın evlenmeden hamile, ”ayy kız bile isteye yapmıştır” diye, devlete kesilsin namus faturası, devletin vajinası yırtılsın, devletin karnı kesilsin, devlet çeksin sancıları, devlet yaşasın 9 ay karnında taşıdığı bebeği vermenin acısını, errrrkek devlet, errrrkeklerin devleti.

Etiketler

Dağınık

Off çocuk konulu yazıların sonuna geldik, sıkıldım, afakan bastı. Ama içinde bulunduğumuz siyasi atmosferle ilgili bir paralel kurarak çocuk mevzusunu bir kez daha kullanmak zorundayım.

Şimdi bu veletler mobil olunca, bir de 1 yaşı aşıp 2’ye yaklaştıkça tutturuk oluyorlar. Misal, illaki kablo, priz elleyecek bizimki. Tamam bizim prizler kapalı ama şimdi hayır demezsem misafirlikte gidip parmağını sokacak o prize, biliyorum. Ee napıyoruz? Yıllar yılı uygulanmış ve onay görmüş bir yöntem olan dikkat dağıtmayı kullanıyoruz. Aaaa bak kuş, bak araba, aaa köpek ne der oğlum? Bu da işe yaramazsa o mahalden alıp başka bir noktaya taşıyoruz Monçuğu.

Şimdi ben kendimi dikkati dağıtılmaya çalışılan bir bebe gibi hissediyorum. Suriye mi? Yok, bak aaaa eğitim sistemi, 4-4-4, bak süt süt. Uludere mi? Yok, dur sen onunla oynama, bak aaa bak kürtaj, bak bak sezaryan. Biz de nasıl bebe bir milletiz, hoop bakıyoruz işaret edilen tarafa. O tarafta mantıklı tartışmalar yapabilsek neyse. Yapamıyoruz, eşelenip duruyoruz. Taa ki birimizin aklına oynanacak bir cıs gelene kadar. O cısa yöneldiğimizde hoop yeni birşey çıkıyor.

Yalnız bu milletin bir ”terrible two”su, bir ”tantrum”u da olabilir günün birinde. Hep ”biiiiğr” kalacak değiliz ya.

Etiketler

İstişare

Kökü şara, Arapça işaret etmek, göstermek. Danışmak, fikir sormak anlamında. Önemli kararlar verirken, hele de bu kararlar herkesin hayatını etkileyecekse, kararı verenler istişarede bulunmalı. İstişareyle herkesi tatmin eden kararlar alınamaz tabii ki. Ama asgari müşterekler belirlenebilir. Katılımcı demokrasi ya da demokrasinin yaygın hale gelmesi böyle birşey.

Bakınız Kadına Karşı Şiddet kanununun hazırlanışı. Aslında kadına, çocuğa ve erkeğe yönelik şiddet vakalarında devletin bireyi nasıl koruyacağıyla ilgili bir kanun bu. Ama evveliyatı var. Tabandan gelen ısrarla haykırışla hazırlanmış bir yasa. Yüzlerce kadın öldü, yaralandı, kesildi, bıçaklandı, yakıldı, asıldı. Onlar için sivil toplum örgütleri bağırdılar, ses çıkardılar. Önce siyasi iktidar üzerine alındı, klasik “ama bizim zamanımızda azaldı aslında” gibisinden yararsız ve gereksiz bir savunmaya geçti. O arada bir değişim oldu: ilkokula dahi gitmemiş Fişmanca Teyze’ye mikrofon uzatıldığında “kocam beni dövdü, ama döver de sever de” söyleminden “şiddet gördüm” söylemine geçtik. Evet, 61 yaşındaki Fişmanca Teyze şiddet gördüğünü söylüyordu. Söz değişti, kavram değişti, hala da değişiyor. Birileri çalıştı, milletvekillerine seminerler verildi, partilerüstü bir asgari müşterek belirlendi ve yasa çıktı. Bu yasada eksik olan bir dolu şey vardır eminim. Ama bir başlangıç noktası olarak halk benimsedi. Uygulama için daha çok çalışılması gerek. Yine de zihniyetteki değişikliğin tohumları atıldı.

Bir de eğitim reformu var. Yemin ederim, birkaç gün öncesinde bağırış çağırış yerine bir kanalda adam gibi anlatılana kadar hiç bilmiyordum içeriğini. Kimse bana sormadı? Size soran oldu mu? Olmalı. Bunun için ebeveyn olmanız da gerekmiyor. Hani her sinyalsiz sollamada sollayana veya sağlayana “eğitimsiz eşşşek” diyorsunuz ya. Hah işte o eşşek eşşekliğe ehliyet almaya karar verdiğinde başlamıyor. Çooook önce başlıyor, daha minicikken. O eşşekle aynı topraklarda yaşadığınız için esef duyuyorsanız birileri size eğitim reformu hakkındaki fikrinizi sormalı. Ama sormuyorlar. Beni geçtim, pedagoglara bile sorulmuyor. Diyebilirsiniz ki, bakanlığın pedagogları vardır, onlar yasanın hazırlanmasına dahil olmuşlardır. İyi, güzel neredeler onlar? Ben bir yasanın bu kadar kötü halka tanıtıldığını, bu kadar istişareye kapalı “bu böyle olacak” mantığıyla teklif edildiğini görmedim. Komplo teoricilerinden değilim. Şöyle şöyle yapacaklar da onun için böyle böyle yapıyorlar demiyorum peşinen. Ama neden bu teklifte fikrimiz alınmıyor anlamıyorum. Bu teklif bizim gelecek 50 yılımızı şekillendirecekse, oğlumun ve beraber yaşayacağı insanların nasıl bireyler olacağını belirleyecekse benim söz hakkım yok mu? Neden yukarıdaki güzel örnekteki şablonu uygulayamıyoruz. Bu ülkede ebeveyn dernekleri, birlikleri yok mu?

Bugüne kadar hep devlet eğitimini savundum. Hala da savunuyorum. Sebeplerim çeşitli. Ama en çok da çocuğum meslek sahibi olsun, ev alsın diye daha okurken bir ev parası verilmesi bana mantıklı gelmiyor. Üstelik ben de devlet sisteminde okudum ve memnunum. Ama sonra ekş.i sözl.ükte bir başlık gördüm: Anadolu lisesini 7 yıl okuyan nesil. Ben bu nesle dahilim ve şimdi idrak ediyorum ki bize piyango vurmuş. O yaşta acayip iyi hocalardan acayip iyi bir eğitim alıp üzerine de hayatboyu sırtımızı yaslayacak dostluklar kazanmışız. Anladım ki, ben devlet eğitimi deyince bunu anlıyorum. Edebiyat derslerinde felsefe tartışmalarının yapıldığı, filmlerin izlendiği bir eğitim. Kaldı mı bu eğitim modeli? Bilemiyorum.

Kimse bana danışmaya niyetli değil, ama soran olsa benim hayalim şöyle birşey:

1. Eğitimin öğretimin önünde durduğu bir sistem. İyi insan olmanın, sorumluluk ve insiyatif almanın, yardımlaşmanın ön planda olduğu bir sistem.

2. Çocukların ev ödevlerini 1-2 saatte bitirebildikleri bir sistem. Anlamsız performans ödevleriyle uçak inene kadar oyalanmadıkları bir sistem.

3. Doğru beslenmeyi öğrendikleri, okulda zararlı hiçbir gıdanın satılmadığı bir sistem.

4. Ucundan kıyısından tarımla uğraştıkları bir sistem. Fasulyeden çok daha fazlasını yetiştirdikleri, ürünlerin mevsimlerini bildikleri ve Martta çıkan üzüme burun kıvırdıkları bir sistem.

5. Müzik, resim ve spora matematik, fizik kadar zaman ayrılan bir sistem.

6. Çocuklara boş vakit sunan bir sistem.

7. Yazmayı ve okumayı sevdiren bir sistem. Yazan insan zehrini akıtır çünkü, okuyansa asla sıkılmaz hayattan.

8. Çocukların grup çalışması yaptıkları bir sistem. Ama internetten araştırma ödevi gibi değil, yaratıcılık gerektiren projelerde.

9. Çocukların teknolojiyle ve parayla doğru ilişki kurmasını sağlayan derslerin olduğu bir sistem. Hayatlarımız para kazanmakla, harcamakla, yatırımla, bin türlü teknolojik gelişmeyle sarılıyken bunları kullanmayı ama kendini kullandırmamayı öğrenmeli çocuklar.

10. Tutumlu yaşamak, ekolojinin korunması, sürdürülebilir şehir hayatı gibi konularda bir fikri olan bir sistem.

Etiketler ,

Tart/ış/ma

Demokrasi bir tartışma platformudur deniyor, fikirler çarpışır ve politikalar böyle ortaya çıkar. Herkes demokrasinin özünde fikir özgürlüğü ve diyalog olması konusunda hemfikir (hoş hemfikir olmayanlar, düşünceye zırt pırt dava açanlar var). Ancak tartılan fikirlerin hangi terazide galip gelip politikalara nasıl dönüştüğü konusuna değinen yok. Sanılıyor ki, tartışmalar sonucunda böyle mistik, otomatik, sihirli bi biçimde en iyi politika oluşuverecek; kırk küsürünca yağlı fikir güreşlerinin galibi ilan ediliverecek. Siyaset biliminde böyle otomatik, doğrusal ve çok basit görünen mekanizmaların sorgulanmasından süper yayınlar çıkar, benden söylemesi. Çünkü hiçbir tartışma öyle zart diye son buluvermez, kimse geri adım atmaz. Genelde oturmuş demokrasilerde bu tartışmaları çözüme kavuşturan mekanizmalar vardır, ve de her daim bi senteze ulaşılmaz. Kurumların işleyişlerine göre sonuca farklı şekillerde ulaşılır. Amerika gibi başkanlık sistemlerinde çoğunlukla iktidara gelen bi başkan vardır ve de onu denetleyen bi meclis. Eğer bu iki kurumda farklı partiler iktidardaysa sistem kilitlenebilir, tartışma bi yere varmaz. Bu yüzden mesela Amerika’da bütçenin çıkıp onaylanması çok vakit alır. Her ne kadar kurumlar birbirini denetlese de bu sistemde başkanın bariz bir üstünlüğü var. Bi kere veto yetkisi var, kararnameyle yönetme yetkisi de… Yani tartışmaların sonu üç şekilde geliyor: ya başkanın dediği oluyor, ya kilitlenip kalınıyor ya da o kadar çok taviz veriliyor ki bağlı konularda abuk kanunlar çıkıyor (mesela çevreyle ilgili bi yasaya diğer parti temsilcilerinin oyunu alabilmek için silah serbestisi eklenmesi gibi veya asıl yasanın kırpılıp kuşa dönmesi gibi). Bu sistemin bizim gibi hem etnik hem sınıfsal hem dini çatışmalara açık toplumlarda başarılı olmadığı bence artık oturmuş bi gerçek (bkz. Güney Amerika Başkanlık Sistemleri). Genelde kilitlenme çözülemiyor çünkü erken seçim müessesesi yok, eh başkan alsın yürüsün desen o da çok parçalı toplumlarda kutuplaşmayı arttırıyor hatta darbelere yola açıyor bazı araştırmalara göre. Buna karşılık bizimki gibi parlementer sistemlerde tartışma nihayetlendirme mekanizması genelde sürekli bir pazarlık ve uzlaşma arayışı. Eğer o uzlaşma sağlanamazsa güvenoyu veya erken seçim gibi sübaplar var. Şimdi niye küçük çaplı bi siyaset bilimi dersi verdim? İlk olarak uluslararası ilişkilerci olarak kompleksimiz var, onu yenmek istedim. Bi de ”yaşasın diyalog, yaşasın tartışma” derken tartışmanın kendi içinde bi amaç olmadığını, sonuçlandırılması gereken bi süreç olduğunu, nasıl sonuçlandırılacağının da kurumlara dayandığının altını çizmek istedim. Hem parlementer sistemin hem de başkanlık sisteminin iyi ve kötü yanları şüphesiz ki var. Parlementer sistemde uzlaşma zaman alan, karman çorman bi süreç olabiliyor. Başkanlık sisteminde, hele bi de meclis çoğunluğu yanınızdaysa, çok daha hızlı politika üretebiliyorsunuz, muhalefeti de sallamayabilirsiniz (Gazeteci: Amerikan halkının büyük çoğunluğu artık Irak savaşını onaylamıyor. D. Cheney: Eeee yani?). Benim naçizane fikrim başkanlık sisteminin uzun vadede çok katmanlı toplumları derin yarıklarla böldüğü yönünde. Bakınız Amerika’daki kırmızı ve mavi eyaletler. Bizimki gibi toplumlarda parlementer sistemin bütünleştirici etkisi olduğunu düşünüyorum, her ne kadar tuhaf bi iddia gibi görünse de. Yalnız bu sistemin yürümesi büyük ölçüde otumuş teamüllerin olmasına, yeni tabirle demokrasi kültürüne bağlı. Şu an yaşanan olaylardaki en büyük etken de sanırım hem kişilik itibariyle hem de aldığı oy itibariyle başbakanın parlementer sistemde ”başkan” gibi davranması. Belki kendi açısından haklı ama tartışmayı bu üslubun sonuca bağlayamadığı da çok açık. Ama tabii bir de demokrasinin mükemmellikten çoook uzak bir yönetim biçimi, bi ehven-i şer olduğu gerçeği var. Hem çözüm üretme hem de temsil noktasında… Ama o ayrı yazı konusu.

Etiketler ,