Category Archives: Ebeveynlik

Pasta

Tamam pastayı da koyayım bari. Yalnız dalga gecmek yok. Ben elindenişgelengillerden değilim.

Etiketler ,

Umut

Uzun zamandır yazmaya elim gitmedi. Evet, yoğunluk boyumu aştı. Ama çok da şikayetçi değilim, nedir ki yoğunluk? Bir dolu insan ve iş var demek hayatlarımızda, ee ondan da şikayet edemem. Elim gitmedi, çünkü artık ne hakkında yazmam gerektiğini bilmiyorum. O kadar saçma sapan, o kadar fecaat şeyler yaşanıyor ki bu ülkede… Monçuk 3 olmuş, annesi 2 gece uğraşıp dinozor pastası yapmış… Bunu mu yazayım? Yazana lafım yok, severek okuyorum, ama ben yazamadım işte. Gerçekliğin bu kadar görecelendiği, bu kadar bölünüp üzerinden farklı dünyalar yaratıldığı bir ülkede sözcükler normalde olduklarından bile daha kayganlar.

Utanıyorum bir yandan da. Korkmaktan utanıyorum. Ben eyleme falan gitmedim bu Mayıs. Korktum. Geçen yıl ne kadar safmışız. En fazla gaz yerim, en fazla gözaltı olur diyordum. Yaşadıklarımız gösterdi ihtimalleri: gözün, beynin gidebilir, öldüresiye dövebilirler seni ya da otobüste kıstırıp taciz edebilirler. En fenası da bunları kime şikayet edeceksin? Sosyal kontrat pul olmuş, ne anlamı var protestonun? Beni duyacak kimse olmadıktan sonra… Böyle diyenlere kızıyorlar, grev kırıcılık gibi, haklılar belki. Ama napiim, Monçuk’un 4 olduğunu görmek, belki bu sefer bir triseratops pasta yapmak istiyorum.

Bu iç sıkıntısı ve korkuyla yaşarken her sabah kalkıyorsam, BBOM okulumuz sayesinde. Çocuklar adını da koydular: Meraklı Kedi İlkokulu. Nasıl anlatsam? Bir grup insan düşünün, hepsi çok yoğun, hepsinin bin türlü işi var, hepsi bir yolunu bulup günde 85 mesaj atabiliyorlar birbirlerine, konu da okulda süren inşaatın bir detayı olabiliyor. Ya da işten çıkıp 7 buçukta başladıkları toplantı 11’de bitebiliyor. Tabii ki herkesin kolları sıvamasının ilk nedeni kendi çocuğunu korumak. Evet, tam da bu! Korumak, saçma ödevlerden, okuldan soğutan projelerden, sınavlardan çocuklarımızı, onların doğasını, öğrenme tutkusunu korumak. Çıkış noktası bu ama, biz başka birşey de olduk bu arada. Sanki bir kendi sınavımı açıp arkadaş seçme ve yerleştirme yapmış gibiyim. Öyle mesudum. Bir de birşey inşa ediyoruz ya. O duygu insana çok iyi geliyor. Yani sızlanmıyoruz, twitter başında oturmuyoruz, bilfiil birşey yapıyoruz. Bu tartışmalar ve bölünmeler ülkesinde farklılıklarımızı bir kenara bırakıp iş üretiyoruz. Bağımlılık yaratan bir iyilik hissi bu!

Monçuk’a hamileyken demiştim ki, bu çocuğun beni büyütmesini umuyorum, bana öğretmesini, beni dönüştürmesini. Öyle de oldu. Ama hiç ön görmediğim bir biçimde. Kollektif umut diye birşey varmış, herkes o duyguya açmış, ben dahil.

Tıklayın, iyi hissedeceksiniz.

Eşik

Bu eşiği olabildiğince erteledik, ama sonunda adımımızı attık: Monçuk kreşe başladı. Benim için bu eşiğin anlamı, çocuğun biricik olduğu dünyadan birçoktan biri olduğu dünyaya adım atıp bu gerçekle barışık yaşamayı öğrenmesi. Ve bu tabii ki çok zor bir adım. Bugüne kadar bizim kıymetlimizdi, kurallar olsa da o kurallara tabi olan tek kişiydi, çok iyi bildiği bir çevredeydi. Şimdi ilk kez başkalarıyla, başka çocuklarla birarada olması gereken bir yerde, kimliğinin oluşmasında önemli bir gelişme bu.

Aslında Monçuk 18 aylık olduğundan beri kreş araştırıyorum. Anladım ki, tam kafamdaki gibi bir yer yok (zaten o yüzden ilkokul kuruyoruz, bkz. BBOM). Bu durumda eve yürüme mesafesinde olan ve bahçesi büyük bir yeri seçtik. Bu hafta uyum süreciydi, her gün biraz biraz geçirdiği zamanı arttırdık. Dört gündür oldukça iyiydi, bırakırken pek ağlamıyordu. Ama tabii ben bu tepkisizliğin nedeninin kabullenme olmadığını, sadece henüz yeni bir rutini olduğunu farketmeyişinden kaynaklandığını düşünüyordum. Nitekim evde okuldan pek bahsetmiyordu, bir tek beraber resim yaparak okulu, yemek masasını, sınıfını çizdiğimizde bahsediyordu. İnsan meraktan ölecek gibi oluyor. Onun yanında öğretmenine de neler yaptığını soramıyorum, sanırım bugün bir değerlendirme alırız.

Gelelim bugüne… Bu sabah kreş yoluna dönünce (ki evden yürüyerek 10 dk, arabayla 5dk uzaklıkta) ”ben buraya gitmek istemiyorum” dedi. Neden diye sorunca da ”sevmiyorum” diye kısa ve öz hissiyatını dile getirdi. Okulun önünde, arabada konuştuk biraz. Ağlamaya başladı, başka yere gidecekmişiz. Hah dedim, o gün bugün demek ki. Çocuklar her zaman sınırları bir yokluyorlar, ağlarsam okuldan yırtabilir miyim? Tabii ki prize dokunmamayı öğretmek gibi değil bu. Sevmiyor, çünkü diğer 11 çocuk ve 2 öğretmenle iletişim kurması gerekiyor, belki bazılarına ısınamadı ve en önemlisi bu yeni yerde kendini güvende hissetmiyor. Neyse sakinleştirdim ve içeri girdik. Biraz kucağımda oturdu, sarıldık, öpüştük ve ben gidiyorum, öğle yemeğinden sonra seni alacağım dediğimde yine ağlamaya başladı, hatta fiziksel olarak direndi de. Bense ağlamadan, sakince el sallayıp okuldan çıktım. Kalbim parampinçik oldu. Kendimi yavrusunu uçsun diye yuvadan dışarı iten bir kuş gibi hissettim. Alternatifi düşündüm, şimdi alsam eve gitsem ne olacak? Okul, aklında bu negatif anıyla kalacak. Büyük ihtimalle 6 ay sonra başka bir yere başlatmaya kalksak gene ve daha şiddetli bu noktaya döneceğiz. Çünkü sevmediği aslında bu okul değil, henüz o kadar tanımadı öğretmenlerini ve arkadaşlarını, sevmediği yeni bir yerde yabancı olma hissi.

O hissi biz seviyor muyuz? Şu dünyada en nefret ettiğim şeylerden biri bir konferansın kokteylinde sırıtarak boş sohbet etme zorunluluğu. Yani yeni bir yerde yabancı olmak. Haklı yani çocuk. Ama bu hisle başa çıkmayı öğrenmesi gerekiyor. Hayat, o ”buraya ait değilim” hissiyle dolu. Uzun bir süre devam edebiliyor o his. Hele de daha içine kapalı olanlarımız için. Amaaaa biraz zaman geçince, birkaç arkadaş edinince yavaş yavaş yok oluyor ve de o hisse direnmenin karşılığı bazen yepyeni dostluklar veya güzel bir iş ortamı olabiliyor. Güzel oğlum, seni eşikten itmeye mecburum ve her daim yanındayım, ne zaman istersen kucağımdaki yuvanda dinlenebilirsin.

BBOM-AfisA4kara

Kalinka

Zaman geçiyor, Monçuk büyüyor ve ben not düşmeyi daima unutuyorum. 34. ayı geride kaldı. Hızla 4 yaşına basacağı doğumgününe yaklaşıyoruz. Artık doğumgünü nedir biliyor, pastayı sadece doğumgünlerinde yenir sanıyor. Yani doğumgününü iple çekiyor.

Müzik ve dans delisi bir çocuk oldu. Her akşam yemekte aynı şarkıları dinliyoruz. Aynı sırayla… Şarkıların sözlerini öğrenmeye çalışırken bizim de mırıldanmamıza çok kızıyor. Ama bir kez öğrendi mi şarkıyı hep beraber söyleyip hep beraber dans etmeliyiz. Kalinka, We will rock you, Barış Manço şarkıları, tarantella en sevdiği parçalar. Temposuz şarkılara hiç tahammülü yok.

İki kere 0-3 yaş tiyatrosuna gittik bu kış. Bayıldı, tiyatrocu olan dayısına mı çekti bilmiyorum ama tiyatroda çekilen videoları izleyip duruyor. Oyuna konsantre olabilmesi, belki 3-7 yaş oyunlarına da gidebiliriz dedirtti bana.

Arabaları hala çok seviyor. Dolaşmaya çıktığımızda kaldırıma oturup saatlerce arabaları izleyebilir. Bu aralar babasının aldığı ışıklı yerküreyi de seviyor. Biz Türkiy’de yaşıyoruz, Kalinka Yusya’da çalınıyor. Bu aralar Çupi kitaplarını okuyoruz. Çok tatlı bu AlMidilli serisi. Resimler güzel, yazılar kısa ve basit. Yazıda resimdeki herşey anlatılmıyor, dolayısıyla resimler üzerine konuşabiliyoruz.

4 Nisan’da ilk defa saçını kestirdik. Gözümde büyüttüğüm gibi olmadı, tabii kesildiğini kimse anlamadı. Aman az kesin diye tembihlediğim için berber amcanın eli gitmemiş pek.

Temkinli, dikkatlidir Monçuk. 3 yaşına yaklaşırken bunu biraz atmaya başladı, kendine güveni arttı. Yine de umarım asla gözü kara olmaz.

Geceleri ben yatırıyorum oğluşumu. Kitap okuyoruz, sonra bebekliğini anlatıyorum ona. Küçükken nasıl konuşamadığını, birşey istediğinde ağladığını, minicik olduğunu, onu uyutmadan önce ona nasıl sarılıp pışpışladığımı anlatıyorum. Başını göğsüme dayayıp dinliyor, yatağına koymak için kalkmaya davrandığımda biraz daha oturalım diyor, sarılıp oturuyoruz öyle. Ah be oğlum ne ara büyüdün de bebekliğini anlatır olduk, sen bebek değil miydin?

Kermes

6 Nisan’da BBOM Ankara Okulu bahçesinde kermesimiz var. Çoluğunu çocuğunu kap gel güzel arkadaşım. Ye, iç, gül, eğlen. Sırası mı? Tam sırası.

 

6nisanBBOMafisflat

Etiketler

Mutluluk

Artık daha fazla içimde tutamayacağım. Tepelerden bağırmak istiyorum. Ve de hatta bağırıyorum: Artık Ankara’da bir BBOM Okulu var!!!!!!! Evet, doğru duydunuz, Eylül 2014’te inşallah Ankara BBOM İlkokulu açılıyor (Öncesi fotoğrafları burada. Sonrası fotoğrafları Ağustos’ta).

Bu geçen bir haftada birşeyi çok net anladım. Saf niyetlerle hareket edince bütün kapılar açılıyor, birlik olunca aşılmaz denen engeller aşılıyor. İyimserlik bulaşıcı birşey, gülümsemek ve gülümseyerek bir niyeti tekrarlamak yeni tanıştığınız insanlar üzerinde bile inanılmaz etkili. O niyetler, dualar, o dayanışma dört duvara, çatıya, ağaçlara dönüşüveriyor.

Okulun yeri, buraya nasıl geldiğimiz, buradan nereye gideceğimiz uzun uzun anlatılacak. Ama önce Ankara BBOM sitesinde yazalım, sonra ben burada bol bol anlatırım zaten.

Şimdi sadece mutluluğumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ağrıyan başınıza eğilip “bu ülkede güzel şeyler oluyor, bu ülkede güzel insanlar var” diyebilmek istiyorum. Umudu kesmeyin yurdumuzdan.

Büyüme

Google, Deep Mind adlı yapay zeka şirketini satın aldı. Kurucuları arasında çocuk yaşta satranç şampiyonu olan bir girişimci, bir nörolog ve bir yapay zeka uzmanı da olan ve yapay zeka algoritmaları geliştiren firmanın tek bir patentli ürünü bile yoktu henüz. Buna rağmen Google 400-500 milyon dolar trink para saydı bu firmaya. Geçen yıl da robotlar üzerine uzmanlaşmış Boston menşeili bir şirketi bünyesine kattı. Diğer yandan insansız araba denemeleri Utah’ta sürüyor. Google’ın ürettiği arabaların trafiğe çıkabilmeleri için yasa değişikliği bekleniyor. Yine Google’ın bulut internetle dünyayı sanalda buluşturma projesi -ulus-devletlerin kösteklemelerine rağmen- devam ediyor. Facebook da yapay zekaya yatırım yapıyor. Çipler küçülüyor, yapay organlar laboratuar ortamında üretiliyor, aklımızın almakta zorlanacağı gelişmeler oluyor. Bizim yaşam süremizde nano robotlarla ameliyatlar gerçekleşebilir mesela veya en azından yürüme güçlüğü çekenler için dış iskeletler (exoskeleton) kullanılmaya başlanabilir.

Evet, paradan para kazanmak mümkün, iyi fikirle yatırımcı çekmek mümkün, kutu kutu evler ve alışveriş mabedleri yapıp satarak bir süre büyümek, büyür gibi yapmak mümkün. Ama gerçek büyüme bu değil. Gerçek büyüme için yatırım yapmak gerekiyor. Önce insana, sonra alt yapıya. İnsanı özgür bırakmak gerekiyor, ki önce düşünebilsin, hayal edebilsin o “şeyi”. Sonra ona araştıracak, üretecek imkan sağlamak gerekiyor. Hayır, ucuz değil ve çabuk da değil. Zaten hayatta güzel olan ne ucuz ve çabuktur ki? Ama bir defa o sistemi kurup üretmeye ve büyümeye başladığınızda, bir defa araba devrini aldığında halkınıza ve insanlığa sunduğunuz imkanlar kalıcı oluyor.

İnsana yatırım yapmaktan kasıt da word, excel ve access bilen insan yetiştirmek değil. İnsiyatif alabilen, çalışma ahlakı olan, çatışmaları çözebilen, gelişime açık, yeri geldiğinde eğitime dönüp eksiklerini tamamlayabilen, ondan önce eksiklerini görebilen bireyler yetiştirmek. İtiraz edebilen, beraber çalışabilen, çıktı üretebilen ve ürettikçe, insanlığa fayda sağladıkça bununla mutlu olabilen bireyler… Sorumluluk alabilen, “bilmiyorum” diyebilen, “hatalıydım” diyen ve hatasından birşey öğrenen. Ve bu bireylerin toplamından, “hatalıyım” veya “bilmiyorum” diyen üyesini sarmalayan, takdir eden, iş yapan üyesini yükselten bir toplum oluşturmak… En zoru bu son kısmı. Hadi biz bireyi yetiştirelim, zor ya, varsayın yapalım. Toplumu ne yapacağız? O kritik eşik ne zaman aşılacak da parçalar bütünü oluşturacak? Asıl istiklal mücadelesi budur. Kısır kavgalardan kurtulup dünyanın konuştuğu meselelere, robotlara, nanoteknolojiye, yapay zekaya dahil olmanın sırrı burada. Bugün çocuk yetiştiren herkes de bilsin ki, en az sırtında mermi taşıyanlar kadar ağır bir sorumlulukları var. Büyümemiz, “büyüttüklerimize” bağlı.

19 Ocak

BBOM, 19 Ocakta yeni bir etkinlik yapıyor. Kısa film gösterimi ve sunumun ardından soru-cevap olacak. Kek olacak, çay-kahve olacak, kendiniz gibi çok güzel insanlar olacak, siz de gelin. Ve tabii ki çocuklarını getirmek isteyenler getirebilirler. Çocuklar için yapılan bir işte çocuklar daima işin içinde :)

Şeffaf-lık

BBOM Ankara grubu olarak son dönemde çok yoğun çalıştığımızdan bahsetmiştim. Son yaptığımız genel toplantıda aramıza çok güzel insanlar katıldı ve hep beraber daha planlı bir biçimde çalışmaya başladık. Bu, benim için aynı zamanda bir öğrenme süreci. Proje yazımı, takım çalışması ve organizasyon konularında paha biçilmez deneyimler kazanıyorum. Örneğin, Aralık ayında alt gruplara ayrıldık ve beyin fırtınası yaparak sorun ağacımızı oluşturduk ve SWOT (güçlü, zayıf yönler, fırsat ve tehlikeler) analizi yaptık. Analizimizin sonucunda ortaya çıkan sorunlardan biri yeterince şeffaf olmadığımızdı. Dışarıdan kapalı bir grup gibi görünüyorduk, ne yaptığımız hakkında fikri olanlar ksııtlıydı. Oysa BBOM bir veli insiyatifi ve yatay bir yapılanması var. Yani günün birinde okulumuzu kurduğumuzda tek bir sahibi olmayacak, okulun sahibi tüm velilerin ortağı olduğu kooperatif olacak ve karar alma süreçlerinde herkesin katılımı olacak. Bu yüzden bu algıyı besleyen engelleri kaldırmaya karar verdik. Bunun için de bir blog açtık. Blogda alt grupların toplantı raporlarını, genel toplantı raporlarını, etkinlik duyurularını bulabilirsiniz. Zaman içinde alternatif eğitimle ilgili yazılara ve yorumlara da yer verebiliriz. Toplantı raporlarından hiçbir şey çıkarılmıyor ve oldukça detaylı raporlar tutuluyor. Dolayısıyla BBOM toplantılarına katılamasanız da raporları okuyarak ne yaptığımızı çok rahat takip edebilirsiniz. Raporlarda katkı sağlayabileceğiniz bir konu olduğunu görürseniz rahatlıkla grupta daha aktif hale geçebilirsiniz.